Hollywood propagandası devam ediyor. Yıllarca insanlara Amerika'nın tek güç olduğu Süper Kahramanlar'ın bulunduğu çok havalı bir ülke olarak gösterilmesi... İşte bu bilinç altı mesela...
Konuya bizi ilgilendiren bir örnekle giriş yapmak gerekirse, 2014 yapımı As Above, So Below (Derin Kabus) isimli korku filminden söz edebiliriz. Yan karakterlerden birisi arkadaşına “Beni Türk hapishanesinde bırakıp gittin! Türk hapishanesinde dostum, anlıyor musun?” şeklinde bir serzenişte bulunuyor, bu repliğin filmin akışına hiçbir katkısı olmadığı gibi zaten devamında hep birlikte zombilerin, gulyabanilerin bulunduğu mekanlara dalıyorlar. Bu tür bir detayın bir korku filminde yer alıyor olması ilk bakışta tesadüf olarak algılanabilir, ne var ki “Türk hapishaneleri” 1978 yapımı Midnight Express‘ten (Geceyarısı Ekspresi) beri dünyanın en kötü, en iğrenç yerleridir ve bu algı tam 40 yıldırbelirli aralıklarla çeşitli Hollywood filmlerinde hatırlatılır. Tam 40 yıldır.
Farklı bir örnek olarak World War Z (Dünya Savaşı Z) filmini hatırlayabiliriz. Görsel efektleriyle, yeni nesil çevik zombileriyle, Brad’iyle Pitt’iyle şahane bir bilim-kurgu filmi olduğu ortada. Ne var ki hem açık, hem üstü kapalı mesajlarıyla tıpkı Geceyarısı Ekspresi gibi bu film de insanların zihinlerine propaganda düzeyinde çeşitli fikirler pompalıyor. Hatta neredeyse İsrail’in kötü imajını düzeltmek için çekilmiş bir film olduğunu bile söyleyebiliriz. Ülkenin aslında ne kadar şirin, barış, şarkı türkü dostu olduğu, Filistinlilerin ise ne kadar gerizekalı olduğu açık biçimde işleniyor. Öte yandan pek az izleyici film bittikten sonra “İsrail bir yerlere duvar örmek konusunda haklıymış, geçerli sebepleri varmış. Kötü, korkutucu güçleri engellemek istiyor.” türü düşüncelerin zihninde dolaşmaya başladığını fark edebiliyor. Eğer saçmaladığımı düşünüyorsanız filmi bir de bu gözle izlemenizi tavsiye ederim.
Bilinçaltı mesajları, yani subliminal mesajlar büyük bir çoğunluğun zannetiği gibi tırt bir komplo teorisinden ibaret değil, ciddi bir konu. Öyle ki, pek çok dünya ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de bu tekniğin çeşitli alanlarda uygulanması kısıtlanmış veya yasaklanmış durumda.
Subliminal Mesaj Nedir?
Subliminal mesaj veya bilinçaltı mesaj, başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır.
Subliminal mesajlar insanın bilinçli dikkati tarafından fark edilemezler, ancak bu mesajların insanın bilinçaltını etkiledikleri ileri sürülmektedir. Subliminal teknikler reklamcılık ve propaganda alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır. Dizilerde veya filmlerde karakterlerin içtiği içecek markaları, kıyafetleri subliminal mesaj örneklerindendir. Bu tekniklerin amaçları, etkisi, kullanım sıklığı ve rekabet gibi konularda ahlaka uygunluğu konuları tartışmalıdır. Marka ve ürünlerin pazarlamasından toplumun ilgi, ihtiyaç ve algısını değiştirmeye kadar birçok konuda kullanılmaktadır.
Bir kişiyi, kurumu ya da ürünü kötü göstermek için o şey ile kötü olan bir nesnenin aynı temada işlenmesi subliminal mesajın en yaygın kullanılma şeklidir. Şu ana kadar yapılan çalışmalar neticesinde en bilinçli ve defansif kişiler bile bu mesajları ilk bakışta %100 olarak çözememektedir. Bu da toplumlarımızı yönlendirmeli reklamlara karşı savunmasız bırakmaktadır.
Reklamcılık sektörü bilinçaltı mesaj tekniğini zaten on yıllardır hunharca, vahşice kullanıyorken, Çin’den Azerbaycan’a, Avusturalya’dan Türkiye’ye kadar dünya çapında bir pazara hitap eden Hollywood’un bunu bir propaganda aracı olarak kullanmamasını beklemek saflık olurdu.
Bir komedi filmi olarak çekilen (ve ülkemizde gösterime girmesine izin verilmeyen) 2016 yapımı War Dogs (Savaş Köpekleri), bundan 10-15 yıl önce çekilseydi muhtemelen giriş jeneriğinde Saddam Hüseyin’in askeri kamuflajlı, AK-47 ile havaya ateş ederkenki görüntüleri kullanacaktı. O dönemin savaş temalı filmlerini hatırlayacak olursanız muhakkak bir ortadoğulu liderin eli silahlı pozu gözünüzün önünde canlanacaktır. Bu filmde ise –Saddam’ın devrilen heykelinin görüntüsünden sonra– boşalan yer konjonktür gereği Türkiye’yi hedef alacak şekilde doldurulmuş. Savaşların temelde ekonomik nedenlere bağlı olduğunu vurgulayan anlatıcı, sözün özünü “And that’s what war is really about” (Ve aslında savaş işte budur / Ve işte bu savaşın aslında ne hakkında olduğuyla ilgilidir) cümlesiyle ifade ederken ekranda bizim Otokar, Altay tankları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eli silahlı görüntüleri birkaç saniye boyunca gösteriliyor (bu bölümü yukarıdaki videoda 46. saniyeden sonra izleyebilirsiniz).
Savaşın ekonomik boyutlarından söz edilen bir jenerikte Lockheed Martin gibi, Raytheon Company, Boeing, IAI veya McDonnell Douglas gibi F-35’leri, F-16’ları, Heron ve Patriot füzeleri gibi gelişmiş silahları üretip pazarlayan dünyaca ünlü silah üreticileri varken, neden sadece bir Türk şirketi olan ve diğerlerinin yanında bebe sayılabilecek potansiyeli bulunan Otokar markasının lanse edildiğini (ismi tozlarla kamufle edilen Abrams tankını saymadan) film ekibine soracak olursak, “Yahu stok video bunlar, girişi aceleye getirdik güncel konulardan derledik ne varsa onu koyduk. Çok fazla üzerinde durmayın, komplo teorisi üretmeyin. Komedi filmi la bu gülün geçin.” türü bir cevap almamız kuvvetle muhtemeldir (benzer cevapları sözlük yazarlarından da alabiliriz). Oysa bu tür yüksek bütçeli filmlerde hiçbir detay tesadüf eseri orada bulunmaz. Teknik olarak böyle konuları şansa bırakma lüksleri hiç yoktur zira yapımcı şirketler olası davalar için çok ciddi önlemler alırlar, senaristlere, yönetmenlere “Bu sahneyi değiştirelim, şu markayı kaldıralım şunu gösterelim” türü müdahalelerde bulunurlar. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanının yanında askeri bir kurmay ile, elinde silah tutarken “Ve işte aslında savaş budur” türü bir cümle ile ekrana getirilmesi tesadüfi bir eylem olamaz.
“Bir kişiyi, kurumu ya da ürünü kötü göstermek için o şey ile kötü olan bir nesnenin aynı temada işlenmesisubliminal mesajın en yaygın kullanılma şeklidir” – Vikipedia
Hollywood’un, Ortadoğu’da bir yerlerdeki o kontrolsüzce askeri yatırımlar yapan, dolayısıyla dünyanın geri kalanı için tehlike arz etmeye başlayan, gelecekte bir gün “demokrasi götürülmesi” gerektiğinde kimsenin itiraz etmeyeceği yeni karanlık, kötü ülkesi Türkiye gibi görünüyor. İleride çekilecek olan filmlerde bu imajın aynı frekansta güçlendirileceğine şahit olma ihtimalimiz çok yüksek.
Gerçi en azından her kovalamaca sırasında pazarda ve akabinde Kapalıçarşı’nın çatısında koşulan, zaman zaman motorsiklet sürülen ülkenin sakinleri olmaktan kurtulduk, bu da bir şeydir.
0 yorum :
Yorum Gönder